26 Haziran 2017 Pazartesi

Uyku

"Genellikle benliğimiz asgariye indirilmiş durumda yaşarız;
 melekelerimizin çoğu, ne yapılacağını bilen ve 
onlara ihtiyacı olmayan alışkanlığa güvendiklerinden, uykudadırlar."
Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde - Proust

Kendimi bildim bileli farkındayım ki "yaşadığımız" çok az an var. Rüzgara kapılıp giden yel değirmenleri gibiyiz. Dönüp duruyoruz, dönüp duruyoruz ve rüzgar bir an diniverirse düşünmek, fark etmek için küçük bir mola veriyoruz. 

Bir adamı / kadını, ailemizi, arkadaşlarımızı, çiçeği böceği seviyoruz. Zamanla sevmek, tıpkı çoğu zaman düşünmeden gerçekleştirdiğimiz konuşma eylemi gibi bir alışkanlık, rutin haline geliyor. Sonra bir an, gerçekten sevdiğimiz şeye dikkatlice baktığımızda, belki de bir tesadüf anında hiç görmediğimiz bir şeyi görmüşcesine duraksıyoruz. "Ne çok seviyorum!" , "Ne kadar güzel!" , "Nasıl bu kadar çok sevebilirim?" gibi pek çok cümleyi geçiyoruz içimizden. Bir anlığına, Proust'un da altını çizdiği uyku halinden uyanıyoruz. 

Bu sadece karşımızdaki bir canlı için hissettiğimiz bir duygunun yeniden dirilmesini kapsamıyor. Zihnimizin algıladığı her şey için geçerli. Kimi zaman ellerime bakıyorum, onları hiç tanımıyor gibi hissediyorum. Parmak uçlarımı inceleyip bir anlığına yaşadığımın farkına varıyorum. Sanki bir an önce nefes alan ben değilmişim gibi geliyor. Oturduğum banktan, yarı belime kadar sarktığım pencere pervazlarından, köprü demirlerinden görmeye alıştığım manzaralarda kimi zaman Galata Kulesi'nin kimi zaman çirkin otobanın bir parçası bana o anın kıymetini fısıldıyor. Tabii eğer yaşamak gerçekten kıymetli bir şeyse. 

Proust'a göre benliğimizin uykusunun cibinliği olan alışkanlıkları, rutini bozan bir olay, bir an açıveriyor. Cibinlikten sızan bir koku, bir ses artık her neyse bizi uyandırıveriyor. (Proust bu cibinlik benzetmemi duysa hoşlanır mıydı bilmiyorum ama ben zaten onun bu cümlesinden yola çıkıyorum sadece. Onun düşüncesini kesinkes paylaşmıyorum.) Bana kalırsa cibinliği açıveren sebeplerse bu kadar net değil. 

Bir süredir durup düşündüğümde aklıma gelen ve çözemeyeceğimi bildiğim halde irdelemekten hoşlandığım şeylerden biri de bu aslında. Gerçekten yaşadığımızı hissettiğimiz anları nasıl çoğaltabiliriz? Hislerimizi, düşüncelerimizi derin uykulardan nasıl kurtarırız?

Bildiğim tek şey, hayatı çok hızlı yaşamamaya çalışmak. Kendimize düşünecek anlar bırakmak. Bu soruların yanıtlarını bulmak ve daha çok "yaşamak" için atmamız gereken ilk adım iç sesimizi dinlemek. Kendimizi, benliğimizi tanımadan hiçbir yolculuğu tam manasıyla tamamlayabileceğimize inanmıyorum.

Ve evet, kimi zaman bir şeyler okurken düşüncelerime minicik bir yakınlığı bulanan bir cümlenin peşine takılıp yazıp duruyorum.


4 Haziran 2017 Pazar

Mayıs Ayında Okuduğum Kitaplar - 2017


2017 mayıs ayı, benim için güzel öykülerle buluştuğum, tabir-i caizse az ama öz şeyler okuduğum bir ay oldu. Henüz bitiremediğim için listeye ekleyemediğim Hep Eve ve Cengiz Aytmatov'un öykülerinden oluşan bir kitaba da yine mayıs ayında başladım. 

Bitirdiklerim hakkında kısa kitap incelemelerini aşağıda bulabilirsiniz. Bakalım bu ay neler okumuşum?

Günlerin Getirdiği / Sözden Söze - Nurullah Ataç

İlk kez Nurullah Ataç okuyorum. Adını lise derslerindeki günlükleriyle duyduğum, epey ünlü ve donanımlı olan yazarın bu kitabı, denemelerden oluşuyor. Normal şartlarda denemek okumak benim için oldukça keyiflidir. Yeni şeyler öğrenmek, pek çok farklı konu hakkında fikir sahibi olmak, yazarın tavsiye ettiği, bahsettiği kitapları not alıp araştırmak deneme okumanın en zevkli yanları bana göre. Ancak Nurullah Ataç'ın bu denemeleri maalesef bana pek de bir şey katacak, zevk verecek konulara sahip değildi. Zorla bitirdim diyebilirim. 

Beni Asla Bırakma - Kazuo Ishigiro

Okurken "Nasıl olur, nasıl olur?" diye kendimi paraladığım, kurgu olsa da gerçekmişcesine, sanki bir kanıt ararmışcasına kaybolduğum bir kitap oldu Beni Asla Bırakma. Kazuo Ishigiro'nun okuğum ilk kitabı Uzak Tepeler'de, savaş sonrası Japonya'da yaşayan farklı karakterlerin hayat hikayesini anlatıyordu yazar. Bu kitabın ismine baktığımda benzer bir roman okuyacağımı düşünmüştüm. Çok yanılmışım. Hailsham adlı bir okulda eğitim gören ve başka insanların hayatları için kendine çok iyi bakmak zorunda olan çocukların, gençlerin tuhaf, ortak kaderlerini konu alan kitap hakkında çok fazla detay verip de sürprizi kaçırmak istemiyorum. Ama Goodreads'te gördüğüm kötü yorumlara anlam veremediğimi eklemek istiyorum bitirmeden. Ya ben kitaptan, kurgudan anlamıyorum ya da onlar çok zevksiz. :)



İnsana Hiç Rahat Yok Kendinden - Grace Paley

"İnsana Hiç Rahat Yok Kendinden" birbirinden özgün öykülerden oluşuyor. Öykü okumayı sevenlerin çok beğeneceğini, bu kitapta yeni bir soluk bulacaklarını düşünüyorum. Özellikle yaratıcı öykü isimleri benim favorim oldu. Bunun yanı sıra kendi hayatından gözlemlediklerinden yola çıkarak farklı karakterlerin ev sahipliği yaptığı öyküler üreten Grace Paley'nin okuduğum ilk kitabı olmasına karşın hiç yabancılık çekmedim, yadırgamadım dilini. Yüz Kitap'a ne kadar teşekkür etsek az. :)

Muhtelif Evhamlar Kitabı - Ömür İklim Demir

Birbiri ardına sıralanan öyküler arasındaki bağı hissetmek, aynı karakterlerle farkı öykülerde yeniden karşılaşmak bir okur olarak en sevdiğim şeylerden biri. Muhtelif Evhamlar Kitabı, kimi zaman karakterleri kimi zaman da sadece hissettirdikleriyle birbirine bağlanmış 10 güzel öyküden oluşuyor. Tabir-i caizse hiçbiri dünyayı kurtarmıyor, kurtarmak da istemiyor zaten ama yaşarken körleştiğimiz, anlatmakta, dile getirmekte zorlandığımız pek çok ana geri götürüyor bizi. 
Not: Öyküleri okurken bir yandan da kendi öykülerimi yazdım zihnimde, yeni öyküler okumak için hevesim bilendikçe bilendi. Umarım her okuyan benimle aynı şeyleri hisseder.

Geçen Aylarda Neler Okumuşum?



Beni aşağıdaki adreslerden de takip edebilirsiniz! 👇

Tumblr 📌

İnstagram 📷

Goodreads 📚